UNCCD tarafından yayımlanan rapor, Türkiye’yi kuraklık tehdidi altında olan en hassas ülkelerden biri olarak tanımlıyor.
Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi (United Nations Convention to Combat Desertification, UNCCD) tarafından yayımlanan yeni rapor, 2023–2025 yılları arasında dünya genelinde etkili olan kuraklık dalgalarının, yalnızca tarım ve su kaynaklarını değil, insan sağlığını, sosyal istikrarı ve ekosistemleri de tehdit ettiğini ortaya koydu.
Küresel ısınmanın etkisiyle sıklığı ve şiddeti artan kuraklık dalgaları, özellikle Doğu ve Güney Afrika, Akdeniz havzası ve Güneydoğu Asya gibi bölgelerde yıkıcı sonuçlar doğurdu. 2023 ve 2024, kayıtlara dünyanın en sıcak yılları olarak geçti. El Niño hava olayının etkisiyle yağışsız geçen sezonlar, milyonlarca insanı gıda güvencesizliği, göç, sağlık sorunları ve enerji kesintileriyle karşı karşıya bıraktı.
Doğu ve Güney Afrika, 2023–2025 döneminde küresel kuraklık krizinin en ağır yaşandığı bölgelerin başında geldi. Doğu Afrika’da Somali, Etiyopya ve Kenya’da beş ardışık yağışsız mevsim yaşandı. Somali’de 2022’de kuraklık nedeniyle yaklaşık 43 bin kişi hayatını kaybetti. 2025’in ilk çeyreğinde ise yaklaşık 4,4 milyon kişi gıda yardımı kesintileri, çekirge istilaları ve iç savaşın etkileri nedeniyle açlıkla karşı karşıya kaldı. Zimbabve, Zambiya, Malavi gibi Güney Afrika ülkelerinde ise El Niño’nun etkisiyle tarım üretimi önemli ölçüde daraldı.
Güneydoğu Asya’da ise Tayland, Laos ve Kamboçya’da tarımsal üretimde düşüş ve içme suyu krizleri yaşandı. Kamboçya’da muson yağmurlarının gecikmesi, 2,5 milyon kişinin su kıtlığı riski altına girmesine neden oldu.
Türkiye kuraklıkla karşı karşıya
Akdeniz Havzası ise iklim değişikliğinin etkilerine karşı en hassas bölgelerden biri olarak öne çıktı. Artan sıcaklıklar, düşen yağış oranları ve artan nüfus baskısı; su kaynakları, tarım ve altyapıyı derinden etkilemeye devam etti.
Türkiye’de 2023 yılı boyunca yağışlar, uzun dönem ortalamalarının belirgin şekilde altına indi. En büyük düşüş Marmara, Ege ve İç Anadolu bölgelerinde yaşandı. İstanbul’da yaz aylarında baraj doluluk oranları yüzde 40’ın altına kadar geriledi.
Konya Havzası, kuraklığın en çarpıcı etkilerinin gözlemlendiği bölgelerin başında yer aldı. Yeraltı su seviyesinin yılda ortalama iki metre azalması sonucu bölgede 1.000’in üzerinde obruk oluştu. Bu jeolojik çöküntüler, yalnızca tarım arazilerini değil, köy yollarını, evleri ve sulama altyapısını da tehdit eder hâle geldi.
Tarım, kuraklıktan en çok etkilenen sektör oldu. Türkiye’de 2024’te tahıl üretimi yüzde 5 düştü. Çiftçiler çareyi gece sulaması, damla sulama gibi yöntemlerde aradı; bazı bölgelerde yağmur suyu hasadı gibi geleneksel uygulamalar yeniden gündeme geldi. Ancak bu çabalar yüksek girdi maliyetleri ve düşük verim nedeniyle istenilen sonucu veremedi. Rapora göre özellikle küçük ölçekli üreticiler, gelir kaybı ve borçlar nedeniyle üretimi terk etme noktasına geldi.
Türkiye genelinde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı, 1.350 m³ seviyesinde gerçekleşti. 2030’a gelindiğinde bu miktarın 1.000 m³’ün altına düşmesi halinde, “su stresi altındaki ülkeler” statüsünde bulunan Türkiye, “su fakiri ülke” statüsüne girecek.
Kuraklığa karşı entegre uyum stratejileri gerekiyor
Rapora göre kuraklık artık sadece çevresel değil; ekonomik kalkınmayı yavaşlatan, sağlık sistemlerini çökertebilen, göç akımlarını tetikleyen ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren çok katmanlı bir tehdit hâline geldi. Bu çok boyutlu karakteri, iklim uyumunun tüm politika alanlarında bütünleşik bir yaklaşımla ele alınmasını zorunlu kılıyor.
Kuraklığın daha sık, uzun ve şiddetli hâle geleceği öngörülürken; su yönetimi, gıda güvenliği, sosyal adalet ve enerji politikalarının uyum içinde yeniden şekillendirilmesi gerekiyor.
Rapor, kuraklık etkilerine karşı dirençli toplumlar oluşturmak için yalnızca teknik önlemler değil, aynı zamanda adil, kapsayıcı ve uzun vadeli politika değişimleriyle mümkün olabileceğine dikkat çekiyor.
Artan nüfus, büyüyen şehirler ve değişen iklim koşulları altında su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi için talep yönlü stratejilerin önceliklendirilmesi gerektiği vurgulanıyor. Bu çerçevede;
- Su fiyatlandırma sistemlerinin yeniden yapılandırılması, suyu verimli kullanan birey ve işletmelere teşvik sağlanması;
- Tarımda yüksek su tüketen ürünlerden düşük su tüketimli türlere geçişin desteklenmesi;
- İçme suyu sistemlerindeki kayıp-kaçak oranlarının azaltılması için altyapı yatırımlarının artırılması;
- Endüstriyel tesislerin geri kazanım ve yeniden kullanım sistemlerine yönlendirilmesi öneriliyor.
Raporda bununla birlikte yerelleştirilmiş izleme ve erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi ile kadınlar, çocuklar ve yerli toplulukların iklim politikalarına dahil edilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor.