Enerji dönüşümü artık yalnızca iklim bilimiyle değil, jeopolitik güç dengeleri, teknoloji rekabeti ve sermaye akışlarıyla da şekilleniyor.
Paris İklim Anlaşması’nın üzerinden geçen on yılda, küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerin 1,5°C üzerinde tutma hedefi ciddi risk altına girdi. NASA verilerine göre 2024 yılı, 1880’den bu yana ölçülen en sıcak yıl oldu; ortalama sıcaklıklar 1950–1980 dönemine göre 1,28°C daha yüksek seyretti. Aynı dönemde, fosil yakıtlardan kaynaklanan küresel CO₂ emisyonları 37,4 milyar tona ulaşarak 2023’e kıyasla yüzde 0,8 arttı. Arazi kullanımı kaynaklı emisyonlardaki yükselişle birlikte toplam artış ise yüzde 2,5’e çıktı.
Gelişmiş ekonomiler yenilenebilir enerjiye ve enerji verimliliğine yönelik politikalarla büyümeyi emisyonlardan kısmen ayırmayı başardı. ABD’de 1990–2022 arasında elektrik üretimi artarken CO₂ emisyonları yaklaşık yüzde 25 düştü. Çin’de ise 2024’te rüzgâr, güneş ve nükleer enerjideki hızlı artış, kömür kaynaklı üretimi azaltarak emisyonların zirveye ulaşmış olabileceği sinyallerini verdi.
Bununla birlikte, jeopolitik krizler ve artan enerji güvenliği endişeleri, küresel ölçekte karbonsuzlaşma sürecini zorluyor. Rusya-Ukrayna savaşı sonrası birçok ülke, emisyon azaltımı yerine enerji arz güvenliğini ve fiyat istikrarını öncelemeye başladı. Buna, iklimlendirme sistemlerinin artışı, yapay zekâ veri merkezleri ve gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik büyüme de eklenince, enerji talebi yeniden yükselişe geçti.
Artan elektrik talebi dönüşümü zorluyor
2024 yılında küresel elektrik talebi, son on yılın en yüksek artışını kaydederek, yüzde 4,3 arttı. Elektrifikasyon, sanayi üretimi ve aşırı sıcaklıklar, talebi büyüten başlıca nedenler arasında yer aldı.
Uluslararası Enerji Ajansı’na (International Energy Agency, IEA) göre, iklim hedefleriyle uyumlu senaryolar daha fazla elektrifikasyon gerektiriyor. Ancak bu, ancak elektriğin yenilenebilir kaynaklardan üretilmesiyle anlamlı bir boyuta taşınıyor. Bugün hâlâ küresel elektriğin yüzde 60’ı fosil yakıtlardan sağlanıyor ve bu da enerji kaynaklı emisyonların üçte birinden fazlasını oluşturuyor.
Petrolün enerji karışımındaki payı ilk kez yüzde 30’un altına düşse de toplam enerji talebi arttığı için tüketim miktarı da artmaya devam ediyor. 2025 için petrol talebi tahmini günde 104 milyon varil ile, IEA’nın 2015 öngörülerine göre 2040’a ait seviyeleri şimdiden geçmiş durumda.
Doğal gaz ise geçiş yakıtı olarak değerlendiriliyor; kısa vadede kömürün yerine geçmesi, uzun vadede ise hidrojen veya karbon yakalama teknolojileriyle dönüştürülmesi planlanıyor. Ancak analistler, asıl çözümün yenilenebilir enerji ve batarya depolama sistemlerinin yaygınlaşmasında yattığı konusunda görüş birliği taşıyor.
IEA’in projeksiyonlarına göre, 2030’a kadar yenilenebilir enerji üretimi 2,7 kat artacak. Bu da COP28’de belirlenen üç kat hedefinin gerisinde kalsa da, mevcut devlet taahhütlerini aşan bir büyüme anlamına geliyor.
Yapay zekâ, enerji geçişinde yeni bir açık yaratıyor
Yapay zekâ devrimi enerji sistemlerinde beklenmedik bir baskı oluşturuyor. Veri merkezleri, 2024’te küresel elektriğin yaklaşık yüzde 1,5’ini, Avrupa’da ise yüzde 3’ünü tüketti.
Brookings Enstitüsü ve MIT’in araştırmalarına göre, ABD’de veri merkezlerinin elektrik tüketimi 2018’de toplamın yüzde 1,9’uyken 2023’te yüzde 4,4’e ulaştı ve 2028’e kadar ise yüzde 12’ye kadar çıkabileceği öngörülüyor.
Yapay zekâ modelinin eğitimi büyük miktarda enerji gerektiriyor. Örneğin ChatGPT’nin günde 2,5 milyar sorgu aldığı tahmin ediliyor ve her sorgu, geleneksel bir internet aramasına göre çok daha fazla elektrik tüketiyor.
Teknoloji devleri bu artışı karşılamak için nükleer enerjiye yöneliyor. Google, Amazon, Microsoft ve Meta, yapay zekâ veri merkezlerine kesintisiz güç sağlamak amacıyla küçük modüler reaktör (SMR) projelerine yatırım yapıyor.
Hidrojen ekonomisi yükselişe geçiyor
Hidrojen, uzun süredir karbon nötr bir yakıt olarak görülse de, maliyet ve altyapı sorunları büyümesine engel oluşturuyor. Doğal gazdan üretilen “gri hidrojen” ucuz ancak karbon yoğun bir kaynak olsa da, elektroliz yoluyla yenilenebilir enerjiyle üretilen “yeşil hidrojen” çevre dostu ama iki kat pahalıya mal ediliyor.
Ayrıca hidrojenin düşük yoğunluğu ve sızıntı riski, taşıma ve depolama altyapısını karmaşık hale getiriyor. Nitekim 2025’te ABD, İngiltere ve Avustralya’da on milyarlarca dolarlık projelerin iptal edildiği görülüyor.
Yine de uzmanlar Çin’in devreye girmesiyle maliyetlerin hızla düşeceğini düşünüyor. Nitekim Çin, hidrojen elektrolizör ve yakıt hücresi üretiminde tıpkı güneş panellerinde olduğu gibi küresel maliyet lideri olmayı hedefliyor.
Öte yandan enerji geçişinde şebekeler ile depolamada yaşanan aksaklıklar devam ediyor. Nitekim Avrupa’da Nisan 2025’te yaşanan geniş çaplı elektrik kesintisi, yenilenebilir enerjiye geçişin altyapısal zafiyetlerini gözler önüne seriyor. İspanya, Portekiz ve Fransa’yı etkileyen kesinti, şebekelerin yaşlandığını ve değişken yenilenebilir kaynaklara uygun olmadığını gösteriyor.
AB’deki elektrik iletim hatlarının yüzde 40’ı 40 yaşın üzerinde. Yetersiz yatırımlar, yenilenebilir kapasite artışını sınırlıyor. Batarya depolama ise daha hızlı uygulanabilir bir çözüm olarak öne çıkıyor. Uzmanlara göre, Avustralya başta olmak üzere birçok ülkede batarya maliyetleri hızla düşüyor, bu da güneş ve rüzgârın daha verimli kullanılmasını sağlıyor.
Bununla birlikte IPCC ve IEA gibi kurumlar karbon yakalama ve depolama (CCUS) teknolojilerini iklim stratejilerinin bir parçası olarak görse de, bu teknolojiler büyük riskler taşıyor. 2025 tarihli bir çalışmaya göre, yakalanan karbonun atmosfere sızma olasılığı ve deprem riskleri bu yöntemi güvenilmez hale getiriyor.
MIT’in araştırması, bu sistemlerin mevcut emisyonların yalnızca onda birini yakalayabildiğini, dolayısıyla emisyonları azaltmamak yerine yakalamaya bel bağlamanın tehlikeli bir strateji olduğunu ortaya koyuyor.
Finansman darboğazı, öncelikli sorunlar arasında yer almaya devam ediyor
Yeşil finansman 2024 itibarıyla 8 trilyon dolar büyüklüğe ulaşsa da, küresel sermaye piyasalarının sadece küçük bir kısmını temsil ediyor. Enerji Geçişleri Komisyonu’na göre, net sıfır ekonomi için yılda 3,5 trilyon dolar yatırım gerekiyor.
Bunun 500 milyar doları fosil yakıt yatırımlarının azaltılmasıyla sağlanabiliyor, ancak mevcut politikalar bu hedefin uzağında kalıyor. Ayrıca gelişmekte olan ülkeler sermaye maliyetleri ve politik riskler nedeniyle yatırım çekmekte zorlanıyor.
ABD’de yeni yönetimin fosil yakıta daha sıcak yaklaşımı, birçok finans kurumunu Net Sıfır Bankacılık İttifakı’ndan çekilmeye yöneltti. Barclays, HSBC, JPMorgan ve Bank of America gibi devlerin ayrılığı, ittifakın toplam varlıklarının yüzde 40’ını etkiledi.
Buna karşın bazı uzmanlar, gönüllü taahhütlerin zayıflamasıyla hükümetlerin yasal bağlayıcılığa sahip iklim yasaları çıkarabileceğini düşünüyor.
Enerji geçişinde bölgesel dinamikler çeşitlilik gösteriyor
Enerji dönüşümü küresel bir mücadele olsa da her ülke farklı bir hızda ilerliyor. Çin, yenilenebilir enerji yatırımları, elektrikli araç üretimi ve yeşil finansman alanlarında lider konumda yer alıyor. Üstelik karbon kredileri ve araçtan-şebekeye (V2G) teknolojileri gibi yenilikçi sistemleri hızla test ediyor.
Avrupa’nın Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), Vietnam gibi üretim ülkelerini daha temiz üretim yöntemlerine geçmeye zorluyor. Bazı ülkelerde ise değişim tabandan geliyor. Örneğin Pakistan’da vatandaşlar, ucuz güneş panelleriyle ulusal şebekeden bağımsız enerji üretimine yöneliyor.
Uzmanlar, dönüşümün doğrusal olmadığını, ancak genel eğilimin karbon nötrlüğü yönünde olduğunu vurguluyor.