Çin, hem yenilenebilir enerji kapasitesinde hem de karbon emisyonlarında dünya lideri olarak küresel iklim tartışmalarının merkezinde yer alıyor.
Çin, hem yenilenebilir enerji kapasitesi inşasında hem de sera gazı emisyonlarında dünya lideri konumunda. Bu çelişki göz önüne alındığında, ülkenin çevresel performansını nasıl anlamlandırabiliriz? Mathias Larsen, bu tartışmanın nüansları göz önünde bulundurarak ele alınması gerektiğini savunuyor. Ona göre, Çin’in emisyonları muhtemelen zaten zirve noktasına ulaştı ve kömüre yapılan yatırımların sürmesine rağmen, hızla düşüşe geçebilir.
Mathias Larsen, LSE
Çin’in iklim performansına bakıldığında, görüşlerin farklılaşması şaşırtıcı değil. Ülkenin hem rekor düzeyde yeşil sanayi geliştirmesi hem de aynı ölçüde rekor kıran sera gazı emisyonları iyi bilinir ve bunun geçerli nedenleri var. Çin, tüm temel yeşil sanayilerde baskın konumda ve her yıl dünyanın geri kalanının toplamından daha fazla yenilenebilir enerji kurulumuna imza atıyor. Ancak aynı zamanda, dünyanın kömürünün yarısından fazlasını yakıyor ve 2015 Paris İklim Zirvesi’nden (COP21) bu yana gerçekleşen ek emisyonların yüzde 90’ına ev sahipliği yapıyor.
Bazı araştırmacılar, Çin’in çevreci kimliğini vurguluyor. Örneğin iktisatçı Jeffrey Sachs, “Çin enerji yapısında hızlı bir dönüşüm süreci yürütüyor” ve “bu dönüşümü küresel ölçekte mümkün kılıyor” diyerek ülkenin olumlu rolünü öne çıkarıyor. Diğer uçta ise ABD Başkanı Donald Trump, “Çevre açısından temiz işler yapmak çok daha pahalıya mal oluyor. Çin hiçbir şey yapmıyor” diyerek tam zıt bir görüş ortaya koyuyor.
Çin ekonomisinin yalnızca temiz veya yüksek emisyonlu tarafına bakarsak, ülkenin ya bir “iklim kurtarıcısı” ya da bir “iklim günahkârı” olduğu sonucuna varabiliriz. Daha geniş siyasi görüşler de benzer şekilde kutuplaşmış; birçok kişi Çin’in iklim performansını mevcut siyasi önyargıları üzerinden değerlendiriyor. Bu kutuplaşmanın açık nedenleri olsa da bu yaklaşım, ülkenin iklim performansını, olgulara dayalı, bütüncül bir biçimde anlamanın doğru yolu değil.
Kapasite ve tüketim
Kömür endüstrisindeki dinamikler, Çin’in iklim performansına dair tartışmalarda belki de en yanlış anlaşılan konulardan biri. Bu durumu anlamaya başlamak için iki farklı kavramı birbirinden ayırmamız gerekiyor: kapasite ve tüketim.
Kapasite açısından, Çin yeni kömürle çalışan enerji santrallerine yatırım yapmaya devam ediyor. 2024 yılında 95 GW’lık yeni kömür enerjisi kapasitesinin inşasına başladı, ayrıca 100 GW’lık yeni projeler de planlama aşamasında.
Tüketim açısından bakıldığında, Çin Ulusal İstatistik Bürosuna göre 2025’in ilk dört ayında kömür kullanımı 2024’ün aynı dönemine kıyasla azaldı. Ancak toplam tüketim yıllık bazda sabit kaldı, çünkü 2025’in ikinci çeyreğinde tüketim, 2024’ün aynı döneminden daha yüksek gerçekleşti.
Artan kapasiteye rağmen sabit kalan tüketim, kullanım oranının (yani mevcut kapasitenin ne kadarının fiilen kullanıldığı) düştüğünü gösteriyor. Yirmi yıl önce bu oran yaklaşık yüzde 70 iken bugün yüzde 40’a geriledi. Çin hükümetinin resmi politikası, bu oranı daha da düşürerek kömürün yalnızca yenilenebilir enerjiyi destekleyen, arz ve talep dalgalanmalarına yanıt veren bir kaynak haline gelmesini sağlamak.
Kömür, Çin’in toplam emisyonlarının yüzde 79’unu oluşturuyor. Bunun yaklaşık üçte ikisi elektrik üretiminde, geri kalan üçte biri ise çelik, çimento ve gübre gibi sanayilerde kullanılıyor. Ancak endüstriyel kömür tüketimi durgunlaştı. Bunun başlıca nedeni, gayrimenkul sektöründeki durgunluğun çelik ve çimento talebini aşağı çekmesi.
Kömür tahttan mı iniyor?
Önde gelen araştırmacılar ve sivil toplum kuruluşları son dönemde bu konuda önemli bulgular ortaya koydu. Greenpeace Doğu Asya’nın raporuna göre, Çin 2025’te kömür kaynaklı enerji emisyonlarını zirveye ulaştırabilecek konumda; bu da uzun vadede neredeyse bir trilyon yuan’lık tasarruf anlamına geliyor. Diğer bazı araştırmacılarsa, Çin’in kömür kapasitesini artırmasına rağmen kullanım oranının düştüğünü ve bu eğilimin sürmesi halinde toplam kömür tüketiminin çoktan zirveye ulaşmış olabileceğini savunuyor.
Bir diğer inceleme, Çin’in emisyon zirvesinin artık görünür olduğunu ve hızlı elektrifikasyon sürecinin fosil yakıt tüketiminde düşüşün kapısını araladığını öne sürüyor. Veri bilimci Hannah Ritchie ise şu değerlendirmeyi yapıyor: “Çin’in emisyonları şu anda düşüşte. ‘İşte zirve noktası’ diyen kişi olmak istemem ama Çin’in emisyonlarının zirveye ulaşmasının çok yakında olabileceğini düşünüyorum.”
Tüm bu araştırmacılar ortak bir noktada buluşuyor: Çin’in kömür kapasitesini açıkça artırması, otomatik olarak daha yüksek kömür tüketimi ve emisyon anlamına gelmiyor. Daha net bir tablo ortaya çıkıyor:
Kömür kapasitesindeki artış karbon bağımlılığını ima ederken, kullanım oranındaki düşüş yenilenebilir enerjinin, hatta yeni kömür santrallerine kıyasla bile rekabet üstünlüğü kazandığını gösteriyor.
Nüans gerekliliği
Bu dinamikler, Çin’in iklim performansına ilişkin görüşleri nasıl şekillendirmeli? Buradaki kilit nokta, önümüzdeki 10 yılda Çin’in emisyonlarının nasıl evrileceğine dair belirsizlik. Temel durum şu: Yenilenebilir enerji kaynakları giderek enerji talebindeki artışın tamamını karşılar hale geliyor.
2024’te Çin’in enerji talebindeki artışın yüzde 84’ü yenilenebilir kaynaklarla karşılandı. 2025’in ilk yarısında bu oran yüzde 102’ye ulaşarak, fosil yakıt tüketiminde net bir azalmaya yol açtı. Bu durum, kömür tüketiminin son 10 yıldır neden aşağı yukarı aynı seviyede dalgalandığını açıklıyor.
Özellikle, 2013-2022 döneminde kömür kaynaklı emisyonlar yalnızca yüzde 8 artarken, Çin ekonomisi aynı dönemde iki katına çıktı. Bu tabloya bakıldığında, geleceğe dair tahminlerde iki dinamik öne çıkıyor:
Birincisi, yenilenebilir enerji kurulumları mevcut hızda devam ederken enerji talebinin artış hızı son 10 yılın ortalaması olan yüzde 5 civarında kalırsa, yenilenebilir enerji kömür tüketimini hızla azaltmaya başlayacak. Bu senaryo olası görünüyor; zira yenilenebilir enerji kurulumları her yıl rekor kırıyor. Çin Elektrik Konseyi ve Devlet Şebekesi, bazı uzmanların kurulumları yavaşlatacağını düşündüğü fiyat reformlarına rağmen, bu eğilimin 2025’te de süreceğini öngörüyor.
İkincisi, yenilenebilir enerji ve pil depolama maliyetleri düşmeye devam ederse ki son yıllarda bu eğilim zaten gözleniyor, bu teknolojilerin birleşik maliyeti mevcut kömür santrallerinde kömür yakmanın marjinal maliyetinden daha ucuz hale gelecek. Bu da kömür tüketiminde hızlı bir düşüşü beraberinde getirebilir. Bu iki dinamik belirsiz, ancak kesinlikle mümkün. Eğer gerçekleşmezlerse, Çin emisyonlarında bir zirve ve ardından uzun bir durgunluk dönemi yaşanabilir. 2022 itibarıyla küresel karbondioksit emisyonlarının yüzde 31’i fosil yakıtlardan kaynaklandığı için, böyle bir durgunluk Paris Anlaşması hedefleriyle uyumlu değil.
Sonuç
Belirsizlik, doğası gereği, Çin’in ya emisyonlarda bir durağanlık ya da hızlı bir düşüş döneminin eşiğinde olabileceğini gösteriyor. Çin’in yeşil dönüşümünde olası eğilimleri anlamak, araştırmaların merkezinde yer almalı.
Yazar Mathias Larsen’in de vurguladığı gibi, “Çin bir iklim lideri mi yoksa geriden gelen bir oyuncu mu?” sorusu aslında yanlış bir soru. Önemli olan, konuyu kutuplaşmış uçlar arasında değil, nüans ve belirsizlik ekseninde anlamlandırabilmek.
