Belém’de başlayan zirve, 1.5°C iklim hedefinden hızla uzaklaşıldığı bir dönemde dünyanın iklim kararlılığını yeniden test ediyor.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 30. Taraflar Konferansı (COP30) Brezilya’nın Belém kentinde başladı. Paris İklim Anlaşması’nın 10. yılına denk gelen zirvede iklim finansmanı, uyum ve biyoçeşitliliğin korunması, öne çıkan başlıklar arasında yer alıyor.
COP30 kapsamında gerçekleştirilecek programlar, iklim eylemini farklı boyutlarda ele alacak şekilde planlandı. 10-11 Kasım’daki etkinliklerde uyum, şehirler, altyapı, su, atık yönetimi, döngüsel ekonomi, bilim, teknoloji ve yapay zeka temaları öne çıkacak.
12-13 Kasım’da ise sağlık, istihdam, eğitim, kültür, adalet ve insan hakları gibi iklim krizinin toplumsal boyutları ele alınacak, 14-15 Kasım’da enerji, sanayi, ulaşım, ticaret, finans ve karbon piyasaları başlıkları konuşulacak.
17-18 Kasım’daki programlarda ormanlar, okyanuslar, biyoçeşitlilik ve yerli halklarla gençlerin iklim krizi karşısındaki durumu ön plana çıkarken, 19-20 Kasım’da ise tarım, gıda sistemleri, balıkçılık ve gıda güvenliği konularının yanı sıra kadın, toplumsal cinsiyet ve turizm temaları tartışılacak.
COP30 programı bünyesinde 6-7 Kasım’da gerçekleşen Liderler Genel Kurulu’nda ise Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva, 60’tan fazla ülkenin devlet ve hükümet başkanları ile temsilcilerini ağırladı.
Zirvenin en çarpıcı çıkışı Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’ten geldi. Guterres, 1,5 derece hedefinden uzaklaşmanın yalnızca politik bir başarısızlık değil, “ahlaki bir çöküş ve ölümcül bir ihmal” olduğunu belirtti.
Guterres, geçici dahi olsa 1,5 derece sınırının aşılmasının ekosistemleri geri döndürülemez noktalara getirebileceğini, milyarlarca insanı yaşanmaz koşullara maruz bırakacağını ve küresel barış ile güvenliği tehdit edeceğini belirtti. Guterres, “1,5 derece yaşanabilir bir gezegen için kırmızı çizgidir. Bu çizginin ötesi geri dönüşü olmayan bir yıkım demektir” ifadelerini kullandı.
Zirvede Türkiye’yi temsilen katılan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ise sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, enerji dönüşümünün Türkiye’nin kalkınma politikasının ana eksenini oluşturduğunu söyledi. Yenilenebilir enerjinin kurulu güç içindeki payının yüzde 60’a ulaştığını aktaran Yılmaz, enerji verimliliği ve teknoloji yatırımlarıyla dışa bağımlılığın azaltıldığını ifade etti.
Güneş ve rüzgâr kapasitesinin önümüzdeki yıllarda dört katına çıkarılmasının hedeflendiğini belirten Yılmaz, hidrojen stratejisi ve yeni nesil teknolojilere yönelik yatırımların güçlendirildiğini söyledi. Yılmaz, ayrıca iklim politikaları kapsamında Türkiye’nin küresel iş birliklerini desteklediğini vurguladı.
Ulusal Katkı Beyanları yetersiz kalıyor
21 Kasım’a kadar devam edecek zirvenin öne çıkan bir diğer önemli başlığı ise ülkelerin iklim hedeflerini içeren Ulusal Katkı Beyanları (NDC) olacak.
Paris İklim Anlaşması uyarınca tüm taraf ülkelerin her 5 yılda bir güncel NDC bildirimlerini sunmaları gerekiyor. Ancak Climate Watch Data’ya göre yalnızca 74 ülke yeni NDC’lerini Birleşmiş Milletler’e ulaştırdı; 123 ülke ise henüz raporlarını sunmadı. Yine de COP30’un bu süreci hızlandırması bekleniyor.
UNFCCC’nin 64 ülkenin 2024-2025 döneminde sunduğu NDC’leri analiz ettiği yeni raporu ise, iklim eylemlerinde 1.5°C hedefi için gereken ivmeye henüz erişilemediğini gösteriyor.
Rapora göre, sunulan NDC’lerin yüzde 89’u ekonomi genelinde emisyon azaltımı hedeflerken, yüzde 88’i hedeflerini Paris İklim Anlaşması’nın ilk Küresel Durum Değerlendirmesi (Golden Stocktake) doğrultusunda güncellediğini belirtiyor,
Rapor, yeni NDC’lerin tam olarak uygulanması halinde, 2035’e kadar küresel sera gazı emisyonlarının 2019 seviyelerine kıyasla yüzde 17- 24 oranında düşürülebileceğini gösteriyor. Raporda söz konusu ülkelerin emisyonlarının 2030’dan önce zirve yapacağı, daha sonra hızlı bir düşüş sürecine gireceği belirtiliyor. Ancak rapor, bu ivmenin 1,5°C hedefi için hâlâ yeterli olmadığının altını çiziyor.
Yeni NDC’lerde doğa temelli çözümlere verilen önem de belirgin şekilde artıyor. Bununla birlikte NDC’lerin yüzde 73’ü uyum hedefleri ve planları içeriyor. Bu kapsamda gıda güvenliği, su kaynakları yönetimi, sağlık, afet risk yönetimi öne çıkan başlıklar arasında yer alıyor.
Rapor, ülkelerin yüzde 70’inin iklim politikalarını hazırlarken adil geçiş ilkesini dikkate aldığını da ortaya koyuyor. Ülkelerin yüzde 97’si ise NDC hedeflerine ulaşmanın güçlü bir uluslararası iş birliği gerektirdiğini vurguluyor.
Sıcaklık 2,8°C dereceye çıkabilir
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) yeni yayımladığı “Emisyon Açığı 2025” raporunun bulguları da UNFCCC’nin bulgularını destekliyor. Rapora göre, ülkelerin Paris İklim Anlaşması kapsamında sunduğu yeni iklim taahhütleri, sıcaklık artışını çok sınırlı düzeyde düşürse de dünya hâlâ tehlikeli bir ısınma yolunda ilerliyor.
Tam olarak uygulanması halinde küresel ısınmayı 2,3–2,5°C aralığına çekebilen yeni NDC’ler, mevcut politikaların işlediği senaryoda yerini 2,8°C’lik bir seviyeye bırakıyor. Rapor, 1,5°C hedefinin teknik olarak hâlâ mümkün olmasına karşın, politik iradenin ve uygulamaların ciddi biçimde geride kaldığını ortaya koyuyor.
UNEP, 1,5°C hedefini tutturmak için gereken azaltım oranlarının “tarihsel ölçekte görülmemiş” olduğunu belirtiyor. Senaryoya göre, 2030’a kadar emisyonların 2019 seviyesine göre 2°C için yüzde 25 ve 1,5°C için yüzde 40 azalması gerekiyor. 2035’te ise bu oranın 2°C için yüzde 35 ve 1,5°C için yüzde 55 olması gerekiyor. Ancak mevcut NDC’ler 2035 için yalnızca yüzde 12–15 azaltım vaat ediyor. Aradaki fark ise hızla büyümeye devam ediyor.
UNEP, 1,5°C eşiğinin artık kesin olarak aşılacağını bildiriyor. Rapora göre, çok sıkı önlemler bile 1,5°C aşımını tamamen engelleyemiyor. 2100’e doğru yeniden 1,5°C seviyesine dönmek ise mümkün; ancak bunun için 2030’a kadar yüzde 26, 2035’e kadar yüzde 46 azaltım sağlanması gerekiyor.
Rapor, karamsar tabloya rağmen son on yılda ciddi ilerlemeler kaydedildiğini de vurguluyor. Ancak bu ilerleme geleceği güvenceye almak için yetersiz kalıyor.
Hızlı ve sistemsel bir dönüşüm şart
Küresel iklim eyleminin “karnesi” niteliğindeki “İklim Eylemi Durumu 2025” raporu ise daha karamsar bir tablo çiziyor. Rapora göre izlenen 45 iklim göstergesinin hiçbiri 2030 hedefleriyle uyumlu ilerlemiyor.
Rapor, Paris İklim Anlaşması’nın kritik sıcaklık sınırının artık kaçınılmaz şekilde aşılacağını, ancak doğru politikalarla sıcaklığın 2100 yılına kadar yeniden 1.5°C’nin altına çekilebileceğini ortaya koyuyor.
Rapor kapsamında ele alınan iyimser senaryoya göre, 2025’ten itibaren ülkeler iklim eylemlerini en üst seviyeye çıkartıyor ve bu durumda küresel sıcaklık, 2040’larda yaklaşık 1,7°C ile zirveye çıkıyor. Sıcaklık, 40 yıl kadar 1,5°C eşiğinin üzerinde kaldıktan sonra, yüzyıl sonunda yaklaşık 1,2°C’ye geriliyor. Bu nedenle rapor, gecikmiş yılların telafisi için hızlı ve sistemsel bir dönüşüm çağrısında bulunuyor.
Rapor, 1,5°C’ye geri dönüşün mümkün olabilmesi için dört temel alanda hızlı ilerleme gerektiğini belirtiyor. İlk olarak, enerji sisteminin geniş ölçekli elektrifikasyonu ve yenilenebilir kaynakların hızla yaygınlaşması gerekiyor. İkinci olarak, fosil yakıtların çok daha hızlı biçimde devreden çıkarılması gerekiyor. Bu kapsamda kömürün 2040’larda, doğal gazın 2050’lerde ve petrolün 2060’larda küresel enerji sisteminden tamamen çekilmesi önem taşıyor.
Üçüncü olarak, mühendislik temelli karbon giderimi (CDR) teknolojilerinin hızlı biçimde ölçeklendirilmesi gerekiyor. Ancak CDR’nin fosil yakıt azaltımının yerine geçmeyeceği, yalnızca sıcaklığın düşürülmesine destek sunacağı belirtiliyor.
Son olarak da metan emisyonlarında hızlı bir düşüş yaşanması gerekiyor. 2020 seviyelerine göre 2030’da yüzde 20, 2035’te yüzde 32’lik azaltımın küresel sıcaklıkla mücadelesinde kritik rol oynayacağı ifade ediliyor.
Bilim insanlarının alarm veren raporları, hükümetlerin iklim eylemlerinde hızlanmak zorunda olduğu bir döneme girildiğini gösterirken, Belém’deki zirve yalnızca diplomatik bir toplantı olmanın ötesinde, hayati bir değer taşıyor.
Ülkelerin yeni NDC’leri, doğa temelli çözümler ve adil geçiş ilkeleri gibi kritik alanlara daha güçlü vurgu yapsa da mevcut tablo karar vericilerin çok daha cesur bir dönüşümü eşzamanlı olarak hayata geçirmesi gerektiğini gösteriyor.
