İklim değişikliği konusunda merkez bankalarının uyguladığı politikalar arasındaki fark giderek keskinleşiyor.
İklim değişikliği artık uzak bir sorun değil. Küresel çevredeki fiziksel değişimler, enflasyonu, finansal istikrarı ve uzun vadeli büyümeyi yeniden şekillendiren makroekonomik bir güç. Merkez Bankaları artık bu gerçeği rutin biçimde kabul ediyor. Ancak eyleme gelince, dünyanın en güçlü dört para otoritesi arasında keskin bir ayrım ortaya çıkmış durumda. Yeni çalışma raporumuzun ortaya koyduğu gibi, hepsi sorunu analiz ediyor, ancak yalnızca biri harekete geçiyor.
Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankası (Fed), kurumsal direncin en net örneği. Başkanı Jerome Powell, iklim politikası ile Fed’in görevi arasında defalarca kesin bir sınır çizdi. Fed, 2025’in başlarında, finans sektöründe çevresel ve iklim risklerinin geliştirilmesine katkı sağlamak ve “sürdürülebilir bir ekonomiye geçişi desteklemek üzere ana akım finansmanı harekete geçirmek”amacıyla kurulan 148 merkez bankasından oluşan Finansal Sistemin Yeşillendirilmesi Ağından (NGFS) çekildi.
İki hafta sonra düzenlenen bir basın toplantısında Powell, Fed’in, ağa “diğer merkez bankalarının neler yaptığını anlamanın ve araştırmaları görmenin faydasını elde etmek için katıldığını”, ancak daha sonra “NGFS’nin faaliyetlerinin, mevcut yetki ve görev tanımı göz önüne alındığında, Fed için uygun olmadığına” karar verdiklerini açıkladı. “Diğer merkez bankalarının farklı görev tanımları olduğunu ve NGFS’ye üye olduklarını” belirterek, bunlara yönelik bir eleştirisi olmadığını, ancak bunun “Fed için doğru olmadığını” ifade etti.
Bu tutumun somut sonuçları var. Fed sınırlı iklim senaryo analizleri yapmış ve denetleyici rehberlik yayımlamış olsa da, iklim riskini yansıtmak ya da karbonsuzlaşmayı desteklemek için faiz oranlarını, teminat kurallarını veya acil likidite programlarını hiçbir zaman ayarlamadı.
COVID-19 pandemisi sırasında Fed’in devasa varlık alımları, “piyasa tarafsızlığı” bayrağı altında büyük ölçüde karbon yoğun sektörleri kayırdı. Fed kendisini bir iklim politikası yapıcısı olarak görmediğini savunuyor; ancak mevcut finansal yapıları koruyarak, gerekli ekonomik dönüşümü dolaylı biçimde engelliyor.
Avrupa Merkez Bankası (ECB) ise söylem açısından çok farklı bir çizgi izliyor ve NGFS üyesi olmayı sürdürüyor (listemizdeki diğer kurumlar gibi). Başkanı Christine Lagarde da iklimi, kurumun kamusal anlatısının merkezine yerleştirmiş durumda.
“İklim değişikliğinin ekonomimiz üzerindeki etkisini hesaba katmazsak, genel tablonun hayati bir parçasını gözden kaçırma riskiyle karşı karşıya kalırız. Bu da fiyat istikrarını koruma görevimizin, iklim değişikliğinin rolümüzü nasıl etkilediğini daha iyi anlamaya yönelik ilave çalışmaları içermesi gerektiği anlamına gelir.
İklim değişikliğini, yaptığımız her şeye dahil etmeliyiz: modellerimize, verilerimize, projeksiyonlarımıza ve analizlerimize. Nihayetinde, para politikamızın iklim değişikliğinin etkisini hesaba kattığından emin olmamız gerekir.”
ECB gerçekten de ölçüm ve açıklama alanlarında Fed’den daha aktif oldu. İklim stres testleri gerçekleştirdi, iklim değişkenlerini risk modellemesine entegre etti, teminat çerçevesini ayarladı ve 2022’de, kısa bir süreliğine, kurumsal tahvil alımlarını yüksek emisyonlu firmalardan uzaklaştırdı. Ancak bu yaklaşımın sınırları artık netleşmiş durumda.
Yeşil tahvil eğimi ölçek olarak mütevazıydı ve 2023’te sona erdirildi. Temel refinansman operasyonları ve faiz oranı politikası pratikte iklim açısından tarafsız kalmaya devam ediyor. Banka, Temmuz 2025’te yeşil bir teminat politikası ilan etti, ancak gelecekteki kapsamına dair çok az ayrıntı paylaştı. ECB’nin iklim politikası, sermayeyi gerekli ölçekte yeniden yönlendirmekten ziyade risk yönetimine odaklanıyor.
İngiltere Merkez Bankası (BoE) bir dönem daha ileri gitmeye hazır görünüyordu. 2013–2020 yılları arasında başkanlık yapan Mark Carney döneminde Banka, iklimin küresel ölçekte merkez bankacılığı gündemine taşınmasına yardımcı oldu.
BoE iklim stres testlerini benimsedi, varlık alımlarını ayarladı ve net-sıfır hedeflerini finansal istikrarla açıkça ilişkilendirdi. Carney’nin halefi Andrew Bailey, 2021’de yaptığı bir konuşmada, ECB’nin söylemini yansıtan bir dil kullanarak şunları söyledi: “Ekonomik görünüme yönelik riskler, iklim değişikliğini ve net-sıfır bir ekonomiye geçişi, para politikasının yürütülmesi açısından ilgili faktörler haline getiriyor. Deniz seviyelerinin yükselmesi ve daha sık görülen aşırı hava olayları gibi iklim değişikliğinin fiziksel etkileri ile, hükümetlerin iklim politikaları, teknoloji ve tüketici tercihlerindeki değişimler yoluyla, net-sıfır ekonomiye geçiş, finansal riskler ve ekonomik sonuçlar yaratıyor.”
Ancak BoE’nin yeşil merkez bankacılığı deneyi, söylemle uyumlu bir ölçekte hiçbir zaman büyütülmedi. Varlık alımlarındaki yeşil eğim sona erdi. Yetkililer giderek iklimin Banka’nın “birincil görev tanımının” dışında kaldığını vurgulamaya başladı. ECB gibi BoE de iklimi büyük ölçüde parasal bir mesele olarak değil, denetimsel bir konu olarak ele alıyor.
Çin Halk Bankası (PBoC) ise Batılı merkez bankalarının aksine, PBoC devlet önceliklerinden yalıtılmış olduğunu iddia etmiyor. Çalışmalarını ülkenin ulusal karbonsuzlaşma stratejisiyle açıkça uyumlu hale getiriyor. 2018–2023 yılları arasında başkanlık yapan Yi Gang’in ifade ettiği gibi: “Devlet Başkanı Şi Cinping’in ekolojik medeniyet anlayışını samimi ve derinlikli şekilde incelemeli ve uygulamalıyız; 2030’dan önce karbon emisyonlarını zirveye çıkarmak ve 2060’tan önce karbon nötrlüğüne ulaşmak (‘30-60’ karbonsuzlaşma hedefi) için azami çabayı göstermeliyiz… Bu süreçte, kaynakların tahsisinde piyasanın belirleyici rolünü tam anlamıyla işletmeyi ve aynı zamanda devletin rolünden daha iyi yararlanmayı başardık.”
Bu sadece siyasi bir dil değil. Çin Halk Bankası (PboC), dünyanın en gelişmiş yeşil parasal araçlar sistemini inşa etmiş durumda. Yeşil krediler ve yüksek kaliteli yeşil tahviller, temel likidite imkânlarında ayrıcalıklı muamele görüyor.
Bankaların yeşil performansı, zorunlu karşılıklara uygulanan faiz oranlarını etkileyen makro ihtiyati değerlendirmelere yansıyor. En önemlisi, PBoC, yenilenebilir enerji ve temiz teknolojileri finanse eden bankalara düşük maliyetli kaynak sağlayan hedefli bir Karbon Emisyonu Azaltım Kolaylığı işletiyor. Yalnızca bu araç bile 2021’den bu yana 150 milyar doların çok üzerinde yeşil krediyi destekledi.
Bağımsızlık mı hükümet yönlendirmesi mi?
Bu karşıtlık, teknolojik kapasiteden ziyade kurumsal felsefeyi yansıtıyor. Batılı merkez bankaları, doğrudan kredi tahsisini siyasi açıdan gayrimeşru gören bir bağımsızlık ve siyasetten arındırma doktrini altında faaliyet gösteriyor.
İklim değişikliği, ancak bir risk değişkeni olarak göründüğü sürece kabul edilebilir sayılıyor; ülke hükümetinin siyasi bir önceliği olsa bile, finansal akışların yeniden şekillendirilmesi için bir gerekçe olarak kabul edilmiyor.
PBoC ise farklı bir modelle çalışıyor: Stratejik hedefleri hükümet belirliyor, araçları ise merkez bankası tasarlıyor. Biz buna “operasyonel bağımsızlıkla hükümet yönlendirmesi” diyoruz.
Bu düzenleme Çin’in merkez bankasının, parasal gücü, pasif bir gözlem için değil yapısal dönüşüm için kullanmasını mümkün kıldı. Buna karşılık Batılı merkez bankaları, sermayeyi yönlendirmenin, piyasaların fosil ağırlıklı finansman yollarını pekiştirmesine izin vermekten doğası gereği daha siyasi olduğu varsayımıyla hareket etmeyi sürdürüyor.
İklim çağında, merkez bankalarının bağımsızlığını yeniden düşünmek
Merkez bankalarının bağımsızlığı, 20. yüzyılın sonlarındaki enflasyon krizlerini çözmek için tesis edildi; gezegen ölçeğindeki istikrarsızlığı yönetmek üzere tasarlanmadı.
İklim değişikliği marjinal bir finansal risk değil, yapısal bir makroekonomik dönüşümdür. Onu yalnızca bir risk sorunu olarak ele almak, görünüşte ihtiyatı felce dönüştürüyor.
Karşılaştırmanın hükmü nettir. Fed geri durmayı seçti. ECB ve BoE temkinli risk yönetimini seçti. Doğrudan müdahaleyi seçen ise yalnızca PBoC oldu. Her biri, çağımızın belirleyici sorusuna verilen farklı bir yanıtı yansıtıyor: İklim değişikliği başkasının sorumluluğu mu, yoksa merkez bankalarının temel görevlerinden biri mi?
Tarih, merkez bankalarını muhtemelen iklimle ilgili söylevlerinden ziyade fiilen neyi finanse ettiklerine bakarak yargılayacak. Bu ölçüte göre, dünyanın en güçlü dört para otoritesinden yalnızca biri iklim dönüşümünü bir merkez bankacılığı meselesiymiş gibi ele alıyor. Ve tesadüf değildir ki, bu dört kurum arasında, hükümetten bağımsız olmayan tek kurum da odur.
