PwC’nin raporuna göre şirketler, sürdürülebilirliği artık bir maliyet değil, büyüme kaynağı olarak görüyor.
Geride bıraktığımız yıl içinde yaşanan birçok küresel gelişme, kamuoyunda yeşil dönüşüm sürecinin yavaşlamaya başladığı izlenimini yarattı. Önde gelen bazı şirketler, iklim koalisyonlarından ve gönüllü karbon piyasalarından çekildi. Çevresel, sosyal ve yönetişim (environmental, social and governance, ESG) ilkelerine dayalı fonlardan milyarlarca dolarlık sermaye çıkışı yaşanırken, Birleşmiş Milletler (BM) destekli Net Sıfır Bankacılık İttifakı’ndan bazı büyük bankalar çekilme kararı aldı.
Ancak tüm bu geri çekilme sinyallerine rağmen, küresel ölçekte faaliyet gösteren birçok büyük şirket, iklim risklerini yalnızca çevresel değil, aynı zamanda operasyonel ve ekonomik bir tehdit olarak değerlendirmeye devam ediyor. Çünkü karbon yoğun üretim ve tüketim modellerinin yarattığı kriz artık sadece uzak bir gelecek senaryosu değil, bugünün şirket bilançolarına yansıyan somut bir maliyet kalemi haline geldi.
Kuraklıkların tarım ve gıda tedarik zincirlerini olumsuz etkilemesi, artan aşırı hava olayları nedeniyle fabrikaların kapanması, ulaşım ağlarının kesintiye uğraması ve sigorta maliyetlerindeki artışlar, iş dünyasının iklim krizini ciddiyetle ele almasını zorunlu kılıyor.
PwC’nin “Karbonsuzlaşma Durumu 2025” raporu, küresel ölçekte şirketlerin sürdürülebilirlik konusundaki kararlılığını artırarak sürdürdüğünü ortaya koyuyor. Rapora göre şirketler, iklim eylemlerini görünürlükten uzak ama uzun vadeli ve stratejik şekilde uyguluyor.
Rapor, 2024 itibarıyla, 4.000’den fazla şirketin CDP (Carbon Disclosure Project) aracılığıyla resmi olarak iklim hedeflerini beyan ettiğini belirtiyor. Araştırmaya katılan şirketlerin yüzde 37’si, mevcut hedeflerini daha da ileri taşıyarak iklim taahhütlerini artırmış durumda. Buna karşın, hedeflerini azaltanların oranı yalnızca yüzde 16’da kalıyor.
Raporda yer alan dikkat çekici bulgulardan birini ise CEO değişimlerine rağmen taahhütlerin sürdürülmesi oluşturuyor. Net sıfır hedefi bulunan ve son dönemde CEO değişikliği yaşayan 47 şirketten hiçbirinin, yönetim değişikliğine rağmen iklim hedeflerinden vazgeçmediği görülüyor.
KOBİ’ler sürdürülebilirlik yatırımlarını artırıyor
PwC raporuna göre, karbon azaltım taahhüdünde bulunan şirketlerin yapısı son yıllarda önemli ölçüde değişti. 2020’de bu tür taahhütleri beyan eden şirketlerin yıllık ortalama geliri 3,6 milyar dolar düzeyindeyken, 2024 itibarıyla bu miktar 1,3 milyar dolara kadar geriledi. Bu dikkat çekici düşüş, artık çok daha fazla küçük ve orta ölçekli işletmenin (KOBİ) de iklim eylemine dâhil olduğunu gösteriyor.
Büyük ölçekli şirketler, özellikle tedarik zinciri emisyonları olan Kapsam 3’ü azaltma baskısıyla, doğrudan ve dolaylı tedarikçilerine karbon hedefleri koyma yönünde ciddi adımlar atıyor. Bu da küçük şirketleri yalnızca kendi emisyonlarını hesaplamaya değil, aynı zamanda somut azaltım stratejileri geliştirmeye de yönlendiriyor.
Tedarik zinciri boyunca yayılan bu etki, yalnızca çevresel fayda sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda yeni ortaklık modelleri, düşük karbonlu ürün geliştirme fırsatları ve pazarda rekabet avantajı yaratma potansiyeli de taşıyor. PwC’nin değerlendirmesine göre, bu eğilimin önümüzdeki yıllarda daha da güçlenerek küresel değer zincirlerinin yapısını dönüştürmesi bekleniyor.
Tedarik zincirinde sürdürülebilirlik temelli iş birlikleri, Kapsam 3 emisyonlarını azaltıyor
Şirketlerin iklim taahhütlerini yerine getirme sürecinde en kritik göstergelerden birini, doğrudan ve dolaylı emisyonlara yönelik ilerleme düzeyleri oluşturuyor. PwC’nin 4.163 şirketi kapsayan analizine göre, şirketlerin yüzde 67’si Kapsam 1 ve Kapsam 2 emisyonlarını azaltmaya devam ediyor
Ancak ayrıntıya inildiğinde tablo daha karmaşık bir hâl alıyor. Kapsam 1 emisyonlarında yalnızca yüzde 46 oranında hedeflerle uyum sağlanabiliyor. Bunun başlıca nedenini ise, bu kapsamdaki emisyonların azaltılmasının yüksek teknoloji ve yatırım gerektirmesi oluşturuyor.
Öte yandan Kapsam 2 emisyonlarında daha güçlü adımlar atıldığı gözleniyor. Şirketlerin yüzde 73’ü bu alandaki hedeflerine ulaşma yolunda ilerliyor. Bu başarı, büyük oranda yenilenebilir enerji kullanımındaki artış ve temiz enerji tedarik sözleşmelerinin yaygınlaşmasına bağlanıyor.
Kapsam 3 emisyonlarında ise şirketlerin yalnızca yüzde 54’ü hedeflerine yaklaşabiliyor. Oysa bu kategori, şirketlerin toplam karbon ayak izinin yüzde 80 ila yüzde 90’ını oluşturuyor.
Ancak çevresel etkiyi gerçekten azaltmak için tüm değer zincirinin sürece dahil edilmesi gerekiyor. Bu kapsamda şirketlerin yüzde 72’si tedarikçileriyle, yüzde 67’si ise müşterileriyle iklim hedefleri doğrultusunda doğrudan etkileşim kuruyor.
Ancak bu etkileşimler hâlen gelişme aşamasında ve yalnızca yüzde 22’lik bir kesim, bu iş birliklerini “olgun ve sistematik” bir yapıya kavuşturmuş durumda. Bu noktada öncü şirketler dikkat çekici bir strateji izliyor: Tedarikçilerden iklim taahhüdü talep ederken, onları yalnız bırakmıyor; yenilenebilir enerjiye erişim imkânı sağlıyor, finansman desteği sunuyor ve uzun vadeli alım garantileri veriyor. Böylece sadece kendi sürdürülebilirlik performanslarını artırmakla kalmıyor, aynı zamanda tedarikçilerini de rekabette güçlendiren bir ekosistem kuruyorlar.
Düşük karbonlu ürünler yatırım değil, gelir kaynağı haline geliyor
PwC’nin raporu, sürdürülebilirliğin yalnızca çevresel bir zorunluluk değil, aynı zamanda güçlü bir iş stratejisi olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Araştırmaya göre, şirketlerin yüzde 83’ü düşük karbonlu ürün ve hizmetler geliştirmek için Ar-Ge yatırımı yapıyor.
Üstelik bu yatırımlar yalnızca kağıt üzerinde kalmıyor, doğrudan finansal geri dönüş de sağlıyor. Sürdürülebilirlik odaklı ürünlerin, diğerlerine göre yüzde 6 ila yüzde 25 daha yüksek getiri sağladığı belirtiliyor.
Ancak bu olumlu tabloya rağmen, şirketlerin yalnızca yüzde 45’i, ürettikleri düşük karbonlu ürünlerin çevresel etkilerini yaşam döngüsü değerlendirmesi gibi bilimsel ve kapsamlı yöntemlerle ölçüyor. Bu durum yapılan bazı çevresel iddiaların ölçülebilirliğinin ve doğruluğunun sınırlı kalmasına yol açabiliyor.
Sermaye akışı, iklim geçişine yöneliyor
İş dünyasında karbonsuzlaşma hedefleri mali planlara da yansıyor. Araştırmaya göre, şirketler 2030’a kadar iklim geçişine yönelik yatırımlarını kayda değer şekilde artırmayı planlıyor. Özellikle sermaye harcamalarının yüzde 18, işletme giderlerinin ise yüzde 21 oranında artacağı öngörülüyor.
Bu kaynakların büyük bölümü üç ana başlık altında toplanıyor: yenilenebilir enerjiye geçiş, karbon giderim teknolojileri ve düşük karbonlu ürün inovasyonu. Dolayısıyla şirketler yalnızca mevcut operasyonlarını dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda gelecek nesil ürün ve hizmetlerin iklim dostu altyapısını da bugünden kuruyor.
Rapora göre bugün alınacak yatırım kararları, 2030 hedeflerinin başarısı için kritik önem taşıyor. Yani iklimle uyumlu dönüşümde zamanlama, yalnızca stratejik değil aynı zamanda finansal bir rekabet avantajı anlamına da geliyor.
Sürdürülebilirlik artık büyümenin yeni kaynağı
Şirketlerin iklim yatırımlarına yönelik motivasyonları sadece risk yönetimiyle sınırlı kalmıyor. PwC’nin raporu, bu yatırımların doğrudan gelir yaratma potansiyeline sahip olduğunu ortaya koyuyor. 2024 itibarıyla, şirket gelirlerinin yaklaşık yüzde 20’sinin iklim geçişiyle doğrudan bağlantılı olduğu görülüyor. Bu oranın 2030’dan yüzde 35’e çıkması bekleniyor.
Ancak, bu artış tüm sektörlerde eşit dağılmıyor. Otomotiv, inşaat, kimya ve tarım gibi sektörlerde geçiş kaynaklı gelirlerin yüzde 40’ı aşması bekleniyor. Elektrikli araçlardan yeşil çimentoya, bitki bazlı proteinlerden düşük karbonlu kimyasallara kadar pek çok alanda iklim dostu çözümler, sadece çevresel değil ticari değer de yaratıyor.
PwC’nin bu yılın başında yayımladığı “Küresel CEO Anketi” de bu tabloyu destekliyor: Ankete katılan CEO’ların yaklaşık üçte biri, son beş yılda gerçekleştirdikleri iklim yatırımlarının hâlihazırda gelir artışı sağladığını belirtiyor. Bu da sürdürülebilirliğin artık sadece bir maliyet kalemi değil, doğrudan büyümenin motoru hâline geldiğini gösteriyor.